Oktay Ekşi

Muhalefet ve CHP üzerine bir sohbet…

Nilgün Güresin: CHP nasıl daha iyi muhalefet yapabilir? CHP halka inebilme konusunda ne kadar başarılı?

Oktay Ekşi: CHP bu son seçimlerde çok önemli bir iş yaptı diye düşünüyorum. Gerçekten Cumhuriyet Halk Partisi ile halk, “kamuoyu” arasında bir cam duvar vardı ve bence bunu bu son seçimlerde kırdı. “Nasıl daha iyi muhalefet yapabilir” sorusunun yanıtını ise aslında kurultaylar verir. Ben bireysel olarak şöyle düşünürüm. CHP’nin kendi temel değerlerinden vazgeçermiş gibi görünmesine, seçmen yalakalığına kendisini kaptırmasına ihtiyacı olduğu kanaatinde değilim. Kendi temel değerlerini koruyarak, kendisini beğendirmesi gerekir. 41 projeden 20’sini halka doğru anlatır ve benimsetebilirse zaten olayı da çözer. Ortalama eğitim düzeyinin ilkokul 3. sınıf seviyesinde olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Muhafazakar eğilimler vardır, doğru. Bunlar ciddi gerçekler. Demek ki eğitim hamlelerimiz başarılı olamamış. Partinin kimlik değiştirir gibi görünmesinden çok rahatsız oluyorum.

NG: CHP bu cam duvarı ancak bir ölçüde kırabildi demek daha gerçekçi olur bence…

OE: Ben daha fazla olduğuna inanıyordum amma doğru seçim sonuçları benim düşündüğüm seviyede olmadığını gösterdi. Ama en azından CHP halka dokunan, dokunmayı normal hatta gerekli gören bir parti haline geldi. Bu zihniyet artık partide egemen ve bence bu çok önemli bir gelişme.

Senin sorun “halkla kendisi arasında bir açıklık, bir mesafe mi var?” anlamını davet ediyorsa söyleyeyim, CHP’nin belki alışmış ve alışılmış elit kadrosu için bu yakıştırma yapılabilir; ama CHP’nin örgütüne gittiğin zaman bakıyorsunki durum tamamen farklı. Onlar da aydan gelmediler, İsviçre’den de gelmediler, İskandinav ülkelerinden de! Bu ülkenin şehirlerindeki sokak aralarından, birbirleriyle sövüşerek, dövüşerek, itişerek yetişmiş kadrolar bunlar. Hepimiz gibi…

NG: Örgütte var olanı ortaya çıkarmak gerek öyleyse. Burada bir eksiklik var demek ki.

OE: Evet, örgütte var olan bu potansiyeli devreye sokmak ve önlerini kesmek değil de, işlevli hale getirmek lazım.

NG: Doğru yönetim de bunu gerektirir zaten. CHP’nin değindiğiniz bu örgütsel ve işlevsel gücünü gösterebileceği, bir başka deyişle Türkiye’de çözüme ortak olabileceği bir sürü sorun var: Halk da zaten bu beklenti içersinde.
Sizce bugün ülkemizin en acil ve önemli 2 sorunu nedir?

OE: Birincisi “hukuk devleti” ihtiyacı; ikincisi ise “demokrasinin işler hale getirilmesi”. Her ikisinde de Türkiye maalesef bulunması gerektiği kategorinin en kötü öğrencisi durumunda. Ancak hukukla ilgili eksiklerimiz tamamlandıktan sonra ileri demokrasi seviyesine geçebiliriz ve ortak akıl Türkiye’nin bütün sorunlarını rahatlıkla çözer.
NG: Çözüm nedir peki?

OE: Çözüm için Türkiye’nin önündeki en ciddi engel bugün Türkiye’yi yönetme sorumluluğunu taşıyan kadrodur. Bu kadronun etkin isimleri maalesef ne demokrasiyi ve ne de hukuk devletini ve bu kavramı biliyorlar.
Daha da vahimi, bilmediklerini de bilmiyorlar. Bunu bilseler, öğrenme yolu ve kapısı açılır.

NG: Ama unutmayalım ki genel seçimlerde %50 oy aldılar…

OE: “Bilmediklerini bilmiyorlar” gerçeğini değiştirmiyor. İstersen bu hususu biraz açayım.

Rahmetli İsmet Paşa kanun devleti adamıydı. Ülkede kurallara göre, dürüst yönetim olması gerektiğini iddia eder ve istisnasız herkesin kanunlara saygılı davranmasını savunurdu. Hem askerlik ve hem de devlet adamlığı dönemlerinde bu çizgisinden hiçbirzaman sapmadı. Ama bir şeyi bilmediğini çok sonra farketti. Bu da, kanunların da hukuka uygun olması meselesiydi. Bunu nasıl farkettiğini anlatayım.

Demokrat Parti zamanında Demokrat üyeler çoğunluklarına güvenerek istedikleri türden kanun çıkartmayı yetkileri içinde görüyorlardı. Somut örnek: Osman Bölükbaşı’ya oy verip, onu seçen Kırşehir’e kızdılar ve vilayeti “ilçe” haline getirdiler. Kırşehir’in ilçesi olan Nevşehir’i de Kırşehir’in başına “il” yaptılar! Bunu sağlayacak kanunu çıkarttılar ve böylece “Biz size işte böyle sorarız” dediler. Kanun çıkartırsın ama bu hukuka uygun mudur; Anayasa’ya uygun mudur? Bu tür somut olaylar İsmet Paşa’ya şunu gösterdi: doğru olan sadece kanuna uymak değildir; kanunun da hukuka uygun olması şarttır. Bunu sağlayacak olan mekanizmada kontrolu yapacak ve varsa yanlışı düzelttirecek olan Anayasa Mahkemesidir.
İşte hukuk devletine ulaşabilmek için Anayasa Mahkemesine ihtiyaç duyulacağına inanmak ancak öğrenebilecek adamın benimseyeceği bir durumdur. Nitekim uzun yıllar ülkeyi yönetmiş olan İsmet Paşa yasalara saygıyı temel almış bir kişiydi; yasaların hukuka uygunluğunu öğrendikten sonra ise hukuk devletinin en güçlü savunucusu olmuştu.

NG: Diğer taraftan da ülkenin %50’si hukukun üstünlüğünü tanımayan bir kadroya nasıl oldu da oy verdi sizce? Referandumdan da koskocaman bir “Evet” çıkmadı mı?

OE: Burada hiç bir çelişki yok.

NG: Ben bir çelişki görüyorum aslında. Acaba Türk milletinin çoğunluğu da hukukun üstünlüğü kavramını henüz özümsemediği için mi oluyor bütün bunlar?

OE: Aynen söylediğin gibi. Üstelik bir çok seçmenin böyle hukukun üstünlüğü falan gibi bir meselesi de yok! Seçmenin birinci meselesi kendi çıkarları açısından en uygun gördüğü partiye oy vermektir ve bu evrensel bir davranıştır. İngiltere örneğinde olduğu gibi… 1939’dan, 1945’e dek İngiltere’yi yöneten, zafere ulaştıran Winston Churchill’e İngiliz seçmeni savaşın yokluk yıllarının bedelini 1945’deki ilk seçimde onu seçmeyip, İşçi Partisi’nin Başkanını Başbakan yaparak ödetmedi mi?
Oraların seçmeni bizden farklı yapıda olsaydı, “Bu kişi bizi zafere götürdü” der ve onu baştacı eder, iktidar yapardı. Dolayısıyla seçmen kendi çıkarlarına odaklanır ve kendisi hukukla ilgili bir sorun yaşamadıkça veya bu mesele onun başına gelmedikçe hukukun önemini dikkate almaz.

NG: O takdirde muhalefet partisi olarak CHP’nin savunmakta olduğu demokratikleşme, hukukun üstünlüğü gibi politikaların Türk seçmeninin oyunu çekmesi pek de mümkün gibi görünmüyor, öyle değil mi?

OE: Hayır. Cevap vermeden önce bu soruya şunu da eklemek gerek sanıyorum. CHP öteden beri Türkiye’nin iyi işleyen bir demokrasiye kavuşabilmesi için en önce bir hukuk devleti olması gerektiğini iddia eden bir partidir. Bu doğru bir tesbit ama sadece bundan ibaretmiş gibi görmek resmi eksik çizmektir. Nitekim CHP’nin bu son seçimde sokaktaki insanın günlük çıkarları için ne gibi çözümler ürettiğine ilişkin tam 41 adet proje vadi oldu. Bunlardan bir kısmını da somut projeler olarak kamuoyu ile paylaştı. Örnek olarak Aile Sigortası projesini verebilirim. Sen de biliyorsun. İnsanların sosyal sorunları ve bu sorunların nasıl çözüleceğine dair kapsamlı projeler üretmek daha önceleri CHP muhalefetinin pek de üzerinde durmadığı bir konuydu. Ama 2011 seçimleri öncesi ve tüm kampanya boyunca partinin kendisini ve politikalarını anlatmak için kullandığı en önemli araçlar işte bu projelerdi.

Aile Sigortasının yanısıra Emeklilerle ilgili olarak özellikle eşitsizliği ortadan kaldırmayı vadeden bir proje geliştirildi ve kamuoyu ile paylaşıldı. Bu da günlük yaşamla ilgili bir projeydi.

Gençlerin, benim de çok hoşuma giden bir sloganla, “gençliklerini yaşamalarını” sağlayacak bir projeyi ilan etti. Gençleri ülkenin yönetiminde söz sahibi olacak örgütlenmelere teşvik eden, onlara üretici olmalarını sağlayacak platformlar kurmanın yollarını gösteren bir proje…Keza askerlikle ilgili projeler.

NG: Acaba bu projelerin anlatılmasında, iletişiminde mi eksiklik oldu?

OE: Benim tesbitim şu: Projeler iyi idi. Seçmene duyurabildik fakat özümsetemedik.

NG: Özümsetmek bir süreçdir; bugünden, yarına gerçekleşemez ki!

OE: Tabii. İnsanlar, “Tamam kardeşim projen yoktu, şimdi o da var ama yapabilecek misin bakalım” tereddütleri içinde baktılar. Buna rağmen 3.5 milyon kadar oy artışı sağlandı. Eğer siyaset yapıyorsan elbette amaç iktidar olmakdır ve iktidara gelemiyorsan aldığın sonuç iyi değildir. Bu gerçeği görmek lazım. Ama kıyasen bir değerlendirme yapacak olursan CHP’nin aldığı sonuç hiç de kötü değildir.

NG: Bir 2023 yılı polemiğidir gidiyor. Siyasetçisi, iş adamı, sanatçısı, modacısı 2023 Türkiye’sine odaklandı. Bu tarihe bir sürü anlam yükleniyor. Bazısı hatta ürkütücü. 2023 yılı kimileri için Cumhuriyet’in 100. yıldönümünü sembolize ederken, kimileri için de komple bir rejim değişikliği ile Türk İslam Cumhuriyeti’nin yeniden doğuşunun simgesi deniyor. Bu değişik algılar hakkında ne düşünüyorsunuz?

OE: Türk İslam Cumhuriyeti olgusunu ihtimal dışı görenlerden değilim. Tam tersine eğer Türkiye o tarihe kadar bugünkü kadronun elinde yönetilirse korkarım ki 2023’de artık bu ülkenin adını da değiştirelim diyenler çıkabilir. Hatta endişe ederimki o gücü de kendilerinde bulabilirler.

NG: Yoksa bizi bu noktalara demokrasi anlayışımız mı getirdi?

OE: Adım, adım gelindi. Somut ve hatta isimlerle ifade edeyim. 1995 yılında yapılan seçim öncesinde gazeteci Rauf Tamer benimle birlikte Hürriyet gazetesinde ve benim kapı komşum bir yazar olarak her gün beraber olduğum bir arkadaşım idi. 1995 seçimleri öncesinde ben irticai akımların siyasetteki temsilcileri %15’den fazla oy alırlar dedim; Rauf Tamer ise en fazla %9 olur dedi. O nedenle biz bahse bile girdik. Kaybeden kazanana bir elbise yaptıracaktı. Bu bahisle ilgili seçim öncesi bir gün kendi aramızda konuşuyorduk. Aydın Doğan’da yanımızdaydı. “İyi de, bu 9 ila 15 arasında kalırsa kim kazanacak?” dedi. “O da sizin olsun bari ” dedik…

Seçim oldu. Refah Partisi yanlış hatırlamıyorsam % 19.5 ya da % 20.5 aldı. Bütün tahminlerimizin üstünde. 1997’de Necmettin Erbakan böyle Başbakan oldu zaten. O tarihte de aynı şimdi olduğu gibi dendi ki, “Efendim, bu oranlar işte CHP’ye, Doğru Yol’a kızgınlık oylarıdır; yok bu kadar oyları; bunlar küçüktür ”…

Aradan zaman geçiyor. “Oyları yok” dediğin adamlar 2002 seçimlerinde % 36.5 oy alıyor! Yok dediğin adamlar 2007’de % 47 oy alıyor. Yok dediğin adamlar 2011 seçimlerinde % 50 oy aldı.

İyi de yok idilerse bu kadar oyu nereden aldılar. Elbette bu % 50’nin Türkiye’yi irticai bir ortama çevirmek isteyen insanlar olduğunu söylemek istemiyorum. Elbette bunun içinde karşı tezi doğrulayacak çok sayıda seçmen de var. Ama Türkiye’nin de bu kadroyla gittiği bir yol var. Çok açık. Nereye gidiyor? Wall Street Journal’a “Ben eski sözlerimde israrlıyım; hiçbirinden geri dönmem; benim referansım İslamdır; biz demokrasiyi otobüs gibi görüyoruz ” diyen Başbakan Tayyip Erdoğan idare ediyor Türkiye’yi.

Bugün neredeyiz? 1995 yılında yaptığı ve daha sonra makale olarak yayınlanmış bir konuşmasında, “Türkiye’de seçimi kazanmak ve iktidara gelmek yeterli değildir. İslami akımların temsilcisi olan siyasi parti seçim kazanmayı yeterli saymamalıdır. Bürokratları değiştiririp, kendi taraflarlarını getirmeyi de yeterli saymamalıdır. Bu ancak bir başlangıç olabilir. Asıl olması gereken devletin değişmesidir” mesajlarını veren Ömer Dinçer bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Eğitim Bakanıdır. Türkiye’nin geleceğini dizayn etme yetkisine sahip kişidir.

O zaman böyle bir Başbakanın elindeki Türkiye’nin 2023 yılında İslam Cumhuriyeti yaftası ile ortada dolaşır hale gelmesinde sürpriz olarak ne var?

NG: Ama Türkiye’de zaten bir islamiyet gerçeği hep vardı. Müslüman, muhafazar bir toplum; dinine, geleneklerine bağlı. Refah’ında, AKP’ninde bundan güç alıyor olması doğal değil mi? “Aydınlar” dediğimiz kitleyi ortak bir misyon etrafında bir araya getiren bu kadar güçlü bir olgu yok. Hatta burada laiklik dahi yetersiz kalıyor. Bir çokları için laiklik soyut bir kavramdan öteye gitmiyor. Din ise öyle değil.
Peki bu gidişat önlenebilir mi?

OE: Büyük Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in temel değerlerine inanan sayısız ama partisiz de milyonlarca insanı var bu ülkenin. 1920’lerden bu yana Cumhuriyet’in temel değerleriyle yetişmiş 5 kuşak var. Bu 5 kuşağın yaşayanlarıyla, çocuklarıyla, torunlarıyla bu ülkeye sahip çıkması lazım.

Herkesin politikayla ilgilenmesi gerektiğine de inananlardan değilim ama şu var. Yaşam tarzınıza müdahale olduğu zaman neleri kaybetmekte olduğunuzu, onların değerini ve nasıl bir tehlikeyle karşı, karşıya olduğunuzu anlarsınız. O zaman da zaten siyaset yaşamınıza girer.

NG: Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

Bir Yorum Yazın