Leyla Alaton

Benim “bitiremediğim” bir konu varsa o da Türk kadınının ülkemizde ve dünyadaki konumu üzerine kafa yormaktır. Yıllardır kadın haklarını, kadının ekonomik özgürlüğünü şiddetle savunmuş, yurt dışı yıllarında kadının güçlendirilmesine yönelik çeşitli projelere katılmış bir iş kadını olarak, aynı hassasiyeti duymakta ve yine yıllardır bu alanda somut çalışmalar yapmakta olan Leyla Alaton bu kez konuğum. İki çocuk annesi de olan Leyla Alaton bugünkü misyonunu “başka kadınlara örnek olmak” olarak özetliyor.
Bir toplumun ilerlemesinde özellikle “anne” olmuş kadınlara yüklenen sorumluluğun da farkında olarak iki oğlunu kadın konularına duyarlı yetiştirmekten asla çekinmeyen, kadına bilinç aşılamak için ise Anadolu’yu tepe, tepe dolaşan bir örnek Leyla Alaton.
Ona, “Hayatta seni en çok zorlayan, en önemli iki kararın neydi?” diye sorduğumda, açık kalplilikle bana, “Evlenmek ve boşanmaktı” diye cevap verdi. “Ancak ikisini de hiçbir zorluk çekmeden yaşadım. Çünkü ikisinden de çok emindim. Doğru kişiyi bulduğumu düşünerek 2.5 ay içinde evlendim. Kısmet olduğuna inandım ve çok fazla kafa yormadan, ince eleyip sık dokumadan “evet” dedim. Hazırdım çünkü. Vücudum hazırdı; beynim hazırdı. Sorgulamadım; korkmadım. Kalbimle girdim. Zaten her ilişkime kalbimle girer, aklımla çıkarım. Beni böyle tarif ederler. Boşanma kararımı da kafamla aldım. Kalbimde pek de bir şey kalmamıştı. Bu kararın hem benim ve hem de çocuklarım için daha faydalı olacağına inanıyordum ve gerçekten de öyle oldu. Böylece ben de eski Leyla oldum. Düşündüğünü söylemekten korkmayan; beğenmeyen bakmasın diyebilen eski ben. Boşanınca bunları geri kazandım. 10 yıllık bir araydı; pişman değilim. Karşılığında iki oğlum oldu. Olmasaydı 10 yılı nasıl böyle feda ettim diye üzülebilirdim. Artık bardağımın büyük bir kısmı dolu ve ben her gün Tanrı’ya şükrediyorum.
Buradan tüm kadınlara da bir dizi mesajlarım olacak.”
Evlilik adına, aileyi kurtarmak adına, birçok başka kadın gibi ben de çok fazla taviz veriyordum. Biliyor musun, bunların hepsi de ters tepti. Neredeysen, orada duracak ve olayı bitireceksin. Bize taviz vermeyi, katlanmayı, razı olmayı, kadınsın, idare etmelisin diye düşünmeyi, davranmayı öğrettiler. Yuvayı dişi kuş kurar saçmalığı. İki kuş olmadan ne yuvası olur ki? Yanlış öğretmişler”.

 

Nilgün Güresin: Biliyoruz ki, bütün bu baş eğmeler, alttan almalar, alaturkalıklar sonunda en çok kadının zararına oluyor, en çok onu çok incitiyor, kırıyor. Dilerim bu söyleşi, özel hayatları ile ilgili olarak kafaları şu sıralar karışık olan bazı hemcinslerimize de yol gösterici olur.

Şimdi gelelim ilk soruma: Türklerin dünyaya açılımının, dünya vatandaşlığına yolunun öncelikle kadının siyasal ve sanat hayatında daha aktif rol oynamasıyla gerçekleşebileceğine inananlardanım. Sen ne dersin acaba? Kadın emansipasyonunda Türkiye bugün nerededir?
Leyla Alaton: Ben önümüzdeki günlerde Kütahya’ya gidiyorum. “Kadın ve Şiddet” konulu bir çalıştaya davet edildim. Kütahya bu konunun ele alınacağı pilot bölge seçildi ve bunun lansmanı için ben de gidiyorum. Bilirsin, 1986’da Amerika’dan döndüğümden beri kadın konusunun içindeyim. İlk başlarda daha çok iş kadınlığı, kadınların iş hayatındaki yeri ile ilgiliydim. Şimdilerde başka alanlara da yayıldım.

 

NG: Hangi alanlar?
LA: Kadınla ilgili her türlü konu; kadına karşı şiddet başta olmak üzere, örneğin kadında meme kanseri öncesi ve sonrası; bir başka deyişle hiçbir ayırım yapmadan kadınla ilgili sivil toplum hareketinin içinde bulunuyorum.
NG: 1980’lerde hepimiz iş dünyasına yeni adım atmış, genç, kadın yöneticiler idik ve iyi bir iş yapmaya, başarılı olmaya ve kadın olarak kendimizi kanıtlamaya odaklanmıştık; dolayısıyla temel hedefimiz iş dünyasında kadının statüsünü yükseltmeye yönelikti.
LA: Tamamen öyle. O yıllarda mesele kadının ve hatta çok kadının iş dünyasına katılımı yönünde çalışmalar yapmak üzerine konumlanmıştı. Kendim de iş hayatına girdikten sonra, kadın girişimciliği ve kadının buna özendirilmesi konularına da ilgi duymaya başladım. “Kadında girişimcilik” alanını konuk konuşmacı olarak davet edildiğim üniversitelerde hala irdeliyorum. Rol model olduğum alanın da girişimcilik olduğunu düşünüyorum. Yani çalışma hayatında kadın; çalışan, işi olan kadın; parasını kazanan kadın. Bu en önemli unsur bence.

Özgürlük, ekonomik bağımsızlıkla gelir. Çünkü hayatta maddi, manevi istediklerimizi yapabilmemiz sadece ekonomik bağımsızlıkla mümkün. Parasını kendi kazanan, başkasının eline bakmayan kadının alternatifleri farklı olur. Göz yummaları, kabullenmeleri farklı olur. Katlanmama, çekip, gidebilme seçimi olur. Çocuklarını alıp, onlara kendi bakabilme alternatifi olur. Bağımsızlık da budur. Onun için kadının iş hayatına girmesi, kendi parasını kazanması, ekonomik özgürlüğü olması bugünkü bir çok üstü kapalı problemi yorgan altından çıkardı. Şiddet olayları eskiden de yok muydu? Belki fazlasıyla vardı. Ama bastırılmış kadın bugün artık ayaklandığı için bu sorunlar görmezden gelinemiyor.
NG: Kadınlar alternatifleri olduğuna da inanmıyorlardı belki. Bugün var ve onlar da artık bunun bilincinde.
LA: Buna kadının uyanışı da diyebiliriz. Tabii Türkiye’de bunu bir “tehlike” olarak görenler de var.
NG: Nasıl yani?
LA: Şöyle. Kadın açısından bu bilinçlenme, bu uyanış ne kadar olumluysa, erkek bakış açısına göre ise büyük bir tehlike Türkiye’de. Zaten bunun için her fırsatta bastırılmaya çalışılıyor.


NG: Kadının uyanışını somut olarak nasıl görüyorsun?
LA: Örneğin yanımda, benimle çalışan genç kadınlara bakıyorum. Onların hedefleri bambaşka. Artık azla yetinmeyi ret ediyorlar. Bu biraz en iyi telefonla gezmeye benziyor. Genç kadınlar başta olmak üzere artık ülkemizde her türlü kesimden, her tip insan kendine yüksek hedefler seçiyor.
NG: Yüksek hedeflere ulaşmak için bizim kuşağın yaptığı gibi çok çalışmak gerekir ama. Bu yatırımı, bu fedakarlığı da yapmaya hazırlar mı?
LA: Hayır ama en azından istiyorlar.


NG: Tüm bu gayretlere rağmen, Batılı ülkelerle kıyaslandığında Türkiye’deki kadının statüsü hala düşük. Belli eğitim seviyesi dışındaki kadın henüz iş hayatına adımını atamamış durumda. Acaba bu alanda heyecanla beklediğimiz yeni anayasada, yeni maddelere mi ihtiyaç var?
Bu sadece sivil toplum örgütlerinin zorlamasıyla, desteğiyle çözülebilecek bir oluşum da değil bence. Sen ne diyorsun?
LA: Evet, doğru ama her şey istatistik de değil. Rakamlarda gözükmeyen, vergi beyanında bulunmayan, ancak kadın istihdamı yapan çok büyük bir endüstrinin olduğunu düşünüyorum. Ev işlerinde çalışanlardan tut da, küçük atölyelerde geçici işçi olarak çalışanlar, tarlalarda çalışanların çok büyük bir oranının kadın olduğunu ve resmi kanallardan iş hayatına girmedikleri için istatistiklere yansımadığını düşünüyorum. Mesele şu: artık bugün kadın hayatın içinde. Hem de çok ciddi bir şekilde.
NG: Konuşmamızın başında değindiğin ve Kütahya’da gerçekleşecek olan pilot çalışmayı kim organize ediyor?
LA: Kütahya Valiliği tarafından organize ediliyor. Bakan Fatma Şahin’de gelecek. Zaten benim katılımımı da o istemiş. Benim her türlü sivil toplum hareketinin yanında olduğumu biliyor herhalde. Kadınlar için ne yapılırsa, yapılsın ben destekliyorum. Toplantılarına katıldığım birçok yeni platform var, Haklı Kadın Platformu gibi. Oralarda hayatım renkleniyor, zenginleşiyor. Çok değişik kesimlerden, enteresan, dopdolu insanlar tanıyorum. Büyük savaşçı kadınlarla tanışıyorum. Bu da benim hayatıma zenginlik katıyor.
NG: Umutlu olmak için sebep var o halde. Peki, sivil toplum kuruluşlarının yanında siyasete sence nasıl bir görev, bir sorumluluk düşüyor? Örneğin yıllardır üzerinde konuşulan pozitif ayırımcılık konusu? Meclis’deki kadın milletvekili sayısı bunun akademik bir tartışma olarak kaldığını gösteriyor.
LA: Çünkü kadın hala bir baskı unsuru oluşturmuyor. Çünkü kadınlar arasındaki dayanışma eksik.

  
NG: Leyla, işte en büyük soruna parmak bastın. Dayanışma, hakkını arama diye bir tavır söz konusu değil. Bak şimdi Anayasa Uzlaşma Komisyonu diye bir komisyon var. Yeni anayasa ile ilgili olarak bu Komisyonun çalışmalarını televizyon sık, sık veriyor. Sanırım o komisyonda sadece bir tek kadın üye var. Ondan da emin değilim aslında; bazen koltuğu bomboş.
Bir toplumun %50’sini teşkil eden kadın nüfusunun yeni anayasa komisyonu için temsilcisi bir tek kadın. Beni utandırıyor bu durum. Bir kadın olarak onuruma dokunuyor. Bir kadın olarak beni ilgilendiren konulardaki önerileri, kararları daima erkekler veriyor ve Meclis’deki kadın temsilcilerimiz de buna seyirci kalıyor. İnsaf değil mi?
LA: Bence kadınlar arası dayanışma kavramı – İngilizce tabiriyle sisterhood concept – maalesef henüz Türkiye’ye gelmedi; burada yok. Nitekim Elif Şafak’ın da olduğu Konya’daki bir panelde bunu dillendirmiştim ve Elif Şafak sonra benim ismimi de vererek bu konuyu bir kitabına aldı. O da herhalde kadınlar arası (kız) kardeşlik dayanışmasının eksikliğini çok çekmiş olmalı ki bu konuyu vurgulamayı doğru buldu. Kardeşlik dayanışması bizim ülkemizde yok.
Bütün konuşmalarımda onu söylüyorum. Her zaman sizden daha güzel, daha zengin ve daha iyi kocalı bir kadın olacak. Onun için boşuna birbirinizi kıskanmayın. Hiç gerek yok. Bu, kalenin içinde tüm enerjiyi bitirmek gibi. Dışarıya güç kalmıyor böylece. Birbirini kıskanarak, kötüleyerek, birbirinin kuyusunu kazarak bir yere varılacağını hiç düşünmüyorum. Üstelik bu artık çok demode bir bakış açısı. Kadınlar arası dayanışma şart.


NG: Nasıl ve ne zaman gerçekleşecek bu dayanışma?
LA: Bilemiyorum.
NG: Partiler mi örnek olmalılar?
LA: Hayır, bu davranışı çok yakınımızda, kendi hayatımızda başlatarak ve etrafımıza bunu yayarak olmalı. Bir kadın başka bir kadını kötülediğinde onu susturmalı örneğin. Dahası, evli bir adamla asla ilişki kurmamalı.
NG: Bir başka kadının acısı bizim mutluluğumuz olmamalı; çok doğru.
LA: Konuya bu bakış açısından yaklaşınca zaten başka bir kadını mağdur etmeyi de istemezsin. O zaman başka bir yerde durursun. Kadın dayanışması eşittir hemcins dayanışması olmak zorunda. Erkekler arasında bu hemcins dayanışması had safhada. Herkes yerini biliyor. Aralarında yazılmamış bir hiyerarşi var. Kimse birbirinin üstüne basmıyor. Herkes kendine belli bir yer edinmiş. Bu da ciddi bir dayanışmaya yol açıyor. Hiçbir erkeğin kolay, kolay bir başkası hakkında kötü konuştuğunu duymazsın.
NG: Erkeklerin dedikoduları da meşhurdur ama…


LA: Ama bu kendi aralarındaki dayanışmayı engellemiyor. Madem biz kadınlar bu kadar hak, hukuk peşindeyiz; iş dünyasına, para kazanmaya talibiz; özgür olmaya, çocuk sahibi olup, aynı zamanda başarılı ve bağımsız olmanın peşindeyiz, o zaman bazı huy ve davranışlarımızı değiştirmek zorundayız. Bunların en başında da kadın dayanışması geliyor.
NG: Erkeklere de bazı görevler, bazı sorumluluklar düşmüyor mu? Örneğin evli erkek-kadın ilişkisinde. Tek taraflı değil ki ilişkiler. Ya, alan razı, veren razıysa? Ayrıca erkekler kadının güçlenmesini gerçekten istiyorlar mı, bilemiyorum. Sözlerinin daha fazla geçtiği erkek egemen bir toplumu tercih etmezler mi?
LA: Kadınlar güçlenir, dayanışma içinde olurlarsa bence hem erkeklere ve hem de özellikle gelecek nesillere çok faydası olur. Zira böyle düşünen bir kadın çocuğunu da böyle yetiştirecektir. Kızını da, oğlunu da bu prensiplerle eğitecektir.
NG: Senin de iki oğlun var. Bir anne olarak onlara neler öğretiyorsun?
LA: Benim için çocuk, üstelik de iki erkek çocuk yetiştirmek gerçekten zor bir iş, bir “challenge”. Birbirlerinden de çok farklılar, enteresan bir şekilde. Ama en zor olanı televizyon dizileriyle başa çıkamamak! Dizilerde verilen “sözde” doğrular benim öğretilerime tamamen ters. Bu dizileri saplantı halinde seyrediyorlar ve buna çok üzülüyorum. Adeta çaresiz hissediyorum kendimi.
NG: Herhalde birçok başka ebeveyn gibi. Özellikle hangi dizilerden bahsediyorsun?
LA: Hepsi ve her birinden şikayetçiyim. Yansıtılan yeni gençlik lay, lay lom. Karakterler çok steriotip, önyargı dolu. Dedim ya, dizilerdeki doğrular bambaşka.


NG: Yanlışlar desek daha doğru olur herhalde.
LA: Evet, hep yalan dolan, kopya; herkes üç kağıt peşinde. Entelektüel olarak çok sığ olduğu gibi çok da zarar verici.
Merak ediyorum? Bu dizi yazarlarının çocukları yok mu? O çocuklar da bu dizileri seyretmiyorlar mı?
Merak ediyorum? Bu senaryoları kimler, hangi ruh halinde yazıyorlar?
Belki de bu derin uykudan uyanır ve uyarılırlarsa, yazmadan önce iki kez düşünürler.
Ama para uğruna, rating uğruna insan ruhunu satmamalı diye düşünüyorum.
NG: İnsan neredeyse o tek kanallı televizyon günlerini özlüyor. Programların eğitimli, deneyimli ve düzeyli kişiler tarafından yapıldığı dönemler. Kabul edelim ki, o günler çok geride kaldı.
LA: Türkiye’nin eğitimi televizyondan geçiyor. Bu 1+1 =2’dir. Ben evde istediğim kadar kendimi yırtayım, çocuk seyrettiği 5 saatlik televizyon diliminde ne alıyorsa, alıyor. Neyse ki, zaman, zaman da olsa, yabancı kanalların doğal hayat, keşif ve çocuk programlarını da seyrediyorlar da farkı görebiliyorlar. Böylece en azından sorgulamayı geliştirdiklerini umuyorum.
Ben, televizyonun çok önemli eğitici bir rolü olmasına rağmen bunun Türkiye’de yabana atıldığını düşünüyorum. Hiç unutmam; yıllar önce çok beğendiğim bir dizi vardı. İş kadını rolünü harika oynayan bir kadın oyuncu başroldeydi. Ne kadar yerinde ve yararlı bir rol modeliydi.
NG: Sanırım Selda Alkor’un başrol oynadığı diziyi söylüyorsun. Eh, şimdide yeni rol modellerimiz var; mankenler, şarkıcılar ve sporcuların başı çektiği.
LA: Hayır, rol modeli kalmadı ülkemizde. Onun için hiç üşenmeden kent, kent geziyorum, devamlı ortalıktayım.


NG: Diziler toplumun aynası. Bir de ulusal rehavet olgusu var.
LA: Evet, kimse yapılanı beğenmiyor ama bir şey de yapmıyor! Hatta rehavet ötesi bu. Ulusal bir tembellik, vurdumduymazlık var. Sadece bugünü, anı yaşamak. Hiç ileriyi düşünmemek.
NG: Genç kuşaklar her yerde böyle ama. Hepsi yalnız bugünü yaşamanın peşinde.
LA: Bu doğru ama daha sorumlu vatandaş da sadece bugünü kurtarmaz; biraz geleceği de kurtarır. Sorumluluk seviyesiyle ilgili her şey. Yoksa, “Benden sonra tufan” demek çok, çok kolay. İnsanın bir de vicdanı var. O da ne kadar gelişmiş, bilemiyoruz tabii.
NG: Biliyorsun, vicdanın gelişemediği toplumlarda toplumsal şiddet oranı da yüksek. Töre cinayetleri, kadın ve çocuk tecavüzleri, trafik canavarlığı, erkekliğin ispatının silahla, dayakla sağlandığı geri kalmış, uygar olmayan toplumlar bunlar. Niye düzeyli ve eğitici dizilere, rol modellerine ihtiyaçları olsun ki; toplumun kültürel değerlerini yansıtıyorlar.
LA: Milliyetçiliğin beslenmesini de katmak isterim. Her türlü “izm” var bu dizilerde.
NG: Fanatik olmak, kul olmak kolay. Bırak başkaları senin yerine düşünsün, karar versin. İşte kürtaj konusu! İşte futboldaki taraf tutma fanatizmi!
LA: Hayretler içindeyim. Uçlarda yaşıyoruz. Histerik adeta; çok sıhhatli değil. Bir toplumun hayatında bu aşırılılıklar nasıl olurda bu kadar yer tutar? Bu izm’lerin yerine doğru, dürüst hiçbir şey mi koyamıyoruz? Bu kadar mı zavallıyız? Futbola verilen önemi, ona duyulan heyecanı başka değerlere karşı niçin duyamıyoruz? Kadınlar bile fanatikleştiler. Sahalar savaş alanı oldu. Kahramanlık hikayeleri de tarih.
NG: Sevdiğim bir söz vardır: İnsan coğrafyasını değiştirebilir ama tarihini asla. Ülkeler ve toplumlar tarih yazarken çok dikkatli olmalı.

Çok teşekkürler Sayın Leyla Alaton.

  1. 7-3-2012

    Eveeet… Her zaman değerli bir hanımefendi olarak takdirle izlediğim Leyla Alaton ile yaptığın bu röportaj da unutulmayacaklardan oluşan arşivinde yerini almış. İkinize de teşekkürler…

Bir Yorum Yazın