10 Kasım’ın düşündürdükleri

Ben Mustafa Kemal’i her 10 Kasım’da hatırlar, saat 9:05’de onu mutlaka anarım.
Ailemden öyle öğrendim; okuduğum okullar bana “insan, asker, devlet adamı” Mustafa Kemal’i ve onun başı çektiği devrimleri gerçekleriyle öğretti. Saat 9:05’de sirenlerin çalmasıyla başlayan o birkaç dakika bana Türkiye’nin durumunu da gözden geçirme imkanını verir.
Nereden, nereye geldiğimizi şöyle bir düşünürüm. Ancak ne yazık ki birkaç yıldır 10 Kasımlar beni artık eskisi gibi yüreklendirmiyor. Biber gazları, çarşaf polemikleri, dövülen, saçlarından çekilen gençlerin, avukatların oluşturduğu, ifade özgürlüğünün yerini korkunun aldığı bir Türkiye tablosu ve buna göz yuman hatta destekleyen kitleler. Ara sıra bu topluma ait olmadığımı düşündüğüm bile oluyor. İçim cız ediyor, acıtıyor bu düşünce beni.
Yurtdışında yaşarken nasıl “azınlık” isem, kendi vatanımda da adeta azınlık gibi “hissettirilmeye” başladığımı görüyorum.
“Ya bizdensin, ya da bizdensin”, yoksa bu ülkede zaman içersinde sana hayat hakkı tanınmayacak seslerini duyar gibiyim.
Bir de Mustafa Kemal’i ve devrimlerini düşünüyorum da… Hasta ve ölüme mahkûm bir imparatorluğun külleri arasından doğan bir ülke; tüm toplumun desteğini alarak kazanılmış bir Kurtuluş Savaşı

, Cumhuriyet’in ilanı ve bize çağ atlatan
devrimler. Bu kadar kan boşuna dökülmüş herhalde. İmparatorluk hevesleri hortladığına göre…
Siz ne düşünürsünüz bilmem. Bence bu çağdaş kafalı büyük devlet adamının en önemli devrimlerinden biri harf devrimi; diğeri ise Türk kadınına verilen haklardır.
Türk kadınları bugün özellikle diğer müslüman ülkelerin kadınlarından önde ise bunun sebebi kadının sosyal, ekonomik ve politik yaşama girmesini destekleyen eğitim politikalarıydı. Laik Cumhuriyet’in kuruluşu Türkiye toplumunun uygarlaşma yolundaki ilk adımıydı. Kuşkusuz her devri kendi içersinde değerlendirmek gerekir. Ancak araştırırsanız, Cumhuriyet’in kuruluşu ve onu takip eden yıllarda üniversitelerdeki kız öğrenci sayısının ne kadar yüksek olduğunu görürsünüz; Meclis’teki kadın milletvekili sayısının da… Arap alfabesini terk ederek Latin alfabesine geçiş ile %90’ı okuma-yazma bilmeyen kadın oranının kısa bir sürede %20’lere gerilediğini de görürsünüz. O dönemde yetişen kadın doktor, mühendis, hukukçu adeti saymakla bitmez. Yoklukların Türkiye’sinde üstelik. Cipler, gökdelenler, markalar yokmuş ama bu ülkeye çağ atlatmayı kafaya koymuş
devlet adamları, aydınlar, gençler, kadınlar varmış. İnanılmaz bir seferberlik duygusu; işte ben de bu duygularla büyüdüm.
Laik ve uygar bir Müslüman ülkenin kadın yurttaşı olmaktan daima gurur duydum. Bu duygunun nedeni Cumhuriyet’e ve ülkenin geleceğine olan inancım idi. Biz kadınlar geleceğin simgesiydik; bağımsız, özgür, güçlü kadınlar.
Ne oldu bize? Akıl ve bilim yolunda ilerlerken, çok uzak değil 10-15 yılda tüm yaşantımızı din’e endeksler olduk. Mustafa Kemal’in devrimlerini niçin elimizin tersiyle itip, yüzümüzü 7. yüzyıla döndük? Toplum devrimlerle özdeşleşemedi mi, özdeşleşmesine izin mi verilmedi?
Ülkemdeki kadının asli rolü 21. yüzyılda nasıl oldu da “erkeğin kadını” rolüne indirgendi; anlamakta zorlanıyorum. Bir taraftan en son model cipleri, telefonları kullanır, yüzme havuzlu villalarda otururken, diğer taraftan baştan, aşağı kapanıp, erkeğin 2-3 adım gerisinde yürümek, erkek şort ile dolaşırken kat, kat kıyafetlerin içinde terleyip, kavrulmak, tüm yaşantıda din kurallarını referans almak kadınlarımızı acaba daha dişi, daha erişilmez mi kılıyor? Onun için midir ki türbanlı kadınlarımız haşemaların içinde bile bol makyajlı; sokaklarda ise dar pantolonlu, yüksek ökçeli? Ya türbanların üzerindeki marka güneş gözlüklerine ne demeli? Bunları “sınıf atlama” sananlar yanıldıklarını er geç anlayacaklar. Geçenlerde bir televizyon kanalı dekoltesi fazla diye bir kadın sunucunun işine son verirken, metroda genç bir çift öpüştü diye ahlak (?) polisinden uyarı alırken, hayatlarını erkeklerin dikte ettiği dinsel ve cinsel inançlara göre şekillendiren kadınlarımız, “Sıra acaba bana da gelir mi?” diye şöyle bir düşünsünler.
2023’de Türkiye Nerede Olacak?
Söylenti veya değil; 2023 itibariyle Türkiye’nin rejimi “islami” olarak değiştirilecek deniyor. Atatürk devrimlerini ters, yüz edip, laik Cumhuriyet ortadan kaldırılırsa kadınlara ve kızlara ne olur ben size söyleyeyim: Türban az geleceği için, çarşafa girilecek. Bırakın sokağa çıkmayı, evlerde haremlik, selamlık olacak; okullarda kızlar, erkekler ayrı sınıflarda, hatta ayrı binalarda okuyacak; kadınların görevi çocuk doğurmak ve erkeğine hizmet etmek olacak… Evet, işte bu 10 Kasım’da ben sadece Atatürk’ün değil de biz kadınları bekleyen bu korkunç tablonun da yasını tutuyorum.
Mustafa Kemal gibi dehalar dünyaya pek sık gelmez. O’nun çizdiği uygarlık, çağdaşlık, akıl ve bilim yolundan ayrılmak en başta kadınlarımız olmak üzere Türkiye’yi karanlığa götürecektir. Kara Çarşaf’ın karanlığına.

 

Bir Yorum Yazın